25 Ocak 2021 Pazartesi

 

Minel Candemir 11/D 614

ŞİİRE ÇEŞİTLİ PERSPEKTİFLERDEN BİR BAKIŞ

Şiir, yüzlerce kez tanımı yapılmış ve bu tanımların hepsinde karşılığını bulmasına rağmen üstüne söylenen her bir sözde yeni anlamlar yaratan bir edebi türdür. Bu yüzden şiir yazan herkes bu türü kendine göre yeniden tanımlar. Tanımı bu kadar çok olan bir türün ürünü de fazladır. Bunun nedenlerinden biri, şiirin sözlü yazın türüne dayanıyor olmasıdır. Türk edebiyatında şiir asırlarca geleneği olan bir türdür. Roman, hikâye, tiyatro gibi 19. yüzyılda tanıdığımız türlerin  aksine, şiirimiz zirvelerde seyreden, edebi zevki kılcal damarlarına kadar hissettiren ve olgun yapısı ile örnek alınan bir seviyededir. “Biz ezelden beri şair milletiz ve edebiyat -bütünü ile- şiir demektir bizim için. Bu şiir -Tanzimat’tan çok önce- sınırlarını yoklamış, kıvamına erişmiş, mükemmeli yakalamıştı.(Meriç 2005: 325). Bunun yanında şiir, şairin duygularının ve deneyimlerinin de bir sonucudur. Her insan hayatı boyunca farklı şeyler yaşar. Dolayısıyla duyuş ve düşünüşün dışa vurumların şekli farklıdır.

Şiiri ayrı iki bakış açısı altında incelemek gerekirse, bunlardan ilki şiiri üretenlerdir. Şiiri üreten herkes bunu neden yaptığıyla ilgili farklı görüşler bildirir. Örneğin; Rainer Maria Rilke ‘’Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur.’’ der şiir için. Şiirin, insanın yaşadıklarıyla doğduğunu söyler. Bazı şairler ise şiir yazma sebebini olarak psikolojik rahatlama ve duygusal boşalımı gösterirler. Ancak Lautreamont da duygularını sağaltmak için şiirler yazanları PoesiesI’inde acımasızca eleştirmiş ve onlara “Herkesin önünde ağlamayın” demiştir, “Mutsuzsanız, okura söylememelisiniz bunu. Kendinize saklayın onu.” Kendi döneminin şairlerini hem de  Lamartine, Hugo, Musset gibi tanınmış ve büyük şairlerini “Her zaman ağlamaklı” olmakla itham etmiştir. Ona göre hakiki şiir “İnsanın kendi kendisiyle, tutkularıyla girdiği savaşımlardan söz etmez, ayrıklık olarak.”

Şiirin yazılma nedenleri bu kadar fazlayken şairin amaçları da farklılık gösterir. Örneğin; Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Ahmed Arif gibi şairler toplumcu şairlerdir. Şairler "toplum için sanat" doğrultusunda toplumsal kaygı güderek eserler vermiş ve gelecekçilik (fütürizm) akımından etkilenmişlerdir. Bu anlayışta eser veren şairler, şiirde önemli olanın "içerik" olduğunu savunup sanatsal kaygı gütmeden ölçüsüz ve uyaksız şiirler yazmışlardır. Eserler geniş kitlelere hitap etmek amacıyla yazılmıştır. Şiirde bireysellikten çok kolektiflik vardır. Güneşi İçenlerin Türküsü, Memleketimin Şarkısı, Alişim edebiyatımızda toplumcu şiirlerin birkaç örneğidir. Toplumcu şiirin yanı sıra Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Ece Ayhan, İlhan Berk gibi şairler ise şiirlerinde sanatsallığı hedeflemişlerdir. Dünya edebiyatında Paul Valery, Arthur Rimbaud, Charles Baudelaire de şiirin asıl amacının sanat olduğu bu görüşü benimsemişlerdir. Bununla ilgili Valéry: “Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.” demiştir. Şiire bu perspektiften bakan sanatçılar Parnasizm ve Sembolizm gibi edebi akımlardan etkilenmişlerdir.

Yazılma amacı gibi dil kullanımı konusunda da şairler çeşitli ayrılıklar yaşamışlardır. Türk Edebiyatında bu konuya dönemsel olarak bakıldığında; Tanzimat 1. Dönem şiiri, dilin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerekliliğini savunur. Buna rağmen dilinin sade olduğunu söylemek zordur. Tanzimat İkinci Dönem ise bu düşünceden tamamen uzaktır. Servetifünun Dönemi’nde çok ağır ve süslü bir dil kullanılmıştır. Daha önce kullanılmamış Arapça ve Farsça kelimeler, tamlamalar kullanılmıştır. Müzikalite yönünden ahenkli buldukları, estetik anlayışlarına uygun kelimeleri kullanmışlardır. Tevfik Fikret’in ‘’Güler görür de o çeşm-i siyâhı ağlardım,/ Cihânda bir bu iken rûhumun temennâsı;/Evet, ben anlardım:/O tatlı giryelerin ayrılıktı ma’nâsı.’’ dizeleri Servetifünun dönemi dil anlayışına uygundur. Fecriaticiler,Servet-i Fünunculara tepki olarak ortaya çıktıklarını söyleseler de, sanat anlayışı bakımından onların devamı olmaktan öteye geçememişlerdir.Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, ağır, süslü bir dil ve şiirde müzikaliteyi, ahengi ön plana çıkaran bir sanat anlayışı hakimdir. Milli Edebiyat Dönemi’nde ise dilde sadeleşme hedef alınmış, yabancı kelime ve tamlamalardan arınmış arı bir Türkçe kullanılması gerektiği savunulmuştur. Ziya Gökalp’in Turan adlı şiiri -Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin/Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil/Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın/Bütün zaferlerini kalbimin tanininde/Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.- Milli Edebiyat Dönemi dil anlayışına sahiptir. Türk Edebiyatı’nın ilerleyen dönemlerinde de dil kullanımı konusunda farklılıklar oluşmuştur.

Şiiri üretenler hem Türk hem Dünya Edebiyatında pek çok konuda farklı görüşleri savunmuşlardır. Bu görüşler, şiir sanatının zenginleşmesine katkı sağlamıştır.

 

 

Kaynakça

Rainer Maria Rilke, Şiir Nasıl Doğar?

Sedat Öztekkeli, Fecriati Topluluğu

Jules Supervielle, Şiir Sanatı Üzerine Düşünceler

Ahmet Haşim, Şiir Hakkında Bazı Mülahakatlar

 

Öne Çıkan Yayın

Okulumuzun Tarihçesi

Bandırma Anadolu Öğretmen Lisesi İlçe Milli Eğitim Milli Eğitim Müdürlüğümüzün talebi, bölge milletvekillerimizin destek ve katkılarıyla, e...