7 Aralık 2017 Perşembe

KAHVALTI İÇİN EKMEK

  Aslında her şey o güne kadar güzeldi. O gün mü? İşte o gün asıl hikayemin başlangıcıydı.

  O gün kahvaltı için ekmek almaya çıktım. Yolda giderken kulaklıklarımı taktım, en sevdiğim müziği açtım. Bir yandan müzik dinliyor, bir yandan da arkadaşımla mesajlaşıyordum. Telefon hayatımın önemli bir parçasıydı. O beni gerçekten çok mutlu ediyordu. En yakın dostumdu. Biriyle yüz yüze görüşmektense mesajlaşmayı tercih ederdim galiba. Neden mi? Çünkü yüz yüze konuştuğumda o an yalan söyleyemezdim. Beğenmediğim bir şeye beğendim diyemezdim. Sevmediğim birine ‘’Seni seviyorum.’’ diyemezdim. Ama telefonda mesajlaşırken öyle değildi. Sonuçta yalan söylesen bile karşındaki yüz ifadeni göremediği için yalan söyleyip söylemediğini anlayamazdı nasıl olsa.

  Ya da ne bileyim birinin doğum gününde onun doğum gününü kutlamak ‘’ İyi ki doğdun!’’ demek yerine emojili mesaj atmak daha güzeldi. Ya da birine günaydın deyip gülümsemek yerine gülen emoji atmak daha eğlenceli ve samimiydi. Hem sanal arkadaşlık kurmak daha kolaydı. Ama gerçek arkadaşlar mı? İşte o biraz zor. O yüzden hayatı yaşamak yerine, telefona hapsolmuş yaşamayı ben kendim bile isteye, farkında ola ola tercih ettim. Bir de bu yetmezmiş gibi her yerde, zamansız da olsa onu kullanmaya başladım.

  Onu kendime en iyi dost belledim. Dostumun dizine kafamı koyup ona derdimi anlatmak yerine derdimi telefon ekranındaki birkaç tuşa anlattım. Tuş mu? İşte o beni hiç anlamadı. Oraya yazdıklarım sadece bir yazıydı işte. Karşı taraf yani sanal arkadaşım sadece onu bir yazı olarak gördü. Gözümden akan yaşları eliyle silemedi.

  İşin acı yanı da şu ki ben bunu, kendime en iyi dost bellediğim telefonu yanlış yerde, yanlış zamanda kullandım. Sonuç ne mi oldu? En iyi dostum dediğim telefon hayatımı kararttı…


  O gün yolda, telefon elimde, kulaklarımda kulaklık, bir yandan mesajlaşırken karşıya geçmeye çalışınca gelen kamyonu göremeyip bir bacağımı o kazada sırf kendi dikkatsizliğim yüzünden kaybettim.
  Sağ bacağım artık yoktu.
  İşte o gün hayatımın ufuk çizgisiydi.
 
  Ondan sonrası ise daha kötüydü.
Artık tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştum. Yürüyemiyordum, koşamıyordum, çoğu basit şeyleri bile yapamıyordum.  En çok canımı sıkan şey ise bu duruma düşmeden önce yaptığım küçük hatalardı. Artık telefona bağımlı değildim belki; ama bundan sonrası kendi yaptığım ve yapılmasına izin verdiğim hatalarla boğuşmam oldu.

İşte o tekerlekli sandalyeye, bu duruma düşmeden önce ben bunları hiç fark edemedim. İşte o hatalar neler miydi? Onlar o kadar çoktu ki, nereden başlayayım?
Öncelikle engellilere özel olan asansörleri az mı kullandım? Ya da en basitinden, babamın kaldırıma arabasını park etmesine hiç sesimi çıkardım mı? ‘’ Baba ya buradan tekerlekli sandalyeli biri geçmeye çalışırsa geçemez.’’ dedim mi? Demedim. Hiç engelli biriyle dost oldum mu? Olmadım. Hatta davranışım çok fenaydı. Sanki o kişi bulaşıcı bir hastalık varmış gibi ondan anında uzaklaştım. Hiç onun durumundaki birine yardım etmeye çalışmadım. Hiç onları anlamaya çalışamadım. Hiç başkalarını uyarmadım. Hoş gerçi ben o zaman yaptığım yanlışların farkında bile değildim.

  Ve o kadar çok şey var ki; aslında bizim yapıp da farkında olmadığımız şeyler.
  Hadi ben size tekerlekli sandalyeye mahkum olduktan sonraki bir günümü anlatayım. Hadi benimle gelin…
  
  Yine her zamanki gibi kız okula gidecekti. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan bu kızın okula gitmek kadar basit bir şeyi yapabilmesi için resmen bir parkuru geçmesi gerekiyordu.

  Evleri 3. Kattaydı. Her gün olduğu gibi annesi kızını hazırladı. Babası önce kızını kucağına aldı, alt kata kadar taşıdı. Annesi de o sırada kızın sandalyesini kaldırıma çıkartmıştı. Babası kızını sandalyesine oturttu. Kız her zaman yaptığı bu günlük şeylere artık alışmıştı. Daha doğrusu alışmak zorunda kalmıştı.

Kitaplarını kucağına koydu, başladı tekerlekleri çevirmeye. Okulun yolunu tuttu. Okula giderken kaldırıma park etmiş olan arabayı gördüğünde artık şaşırmıyordu hatta kızmıyordu bile. Ancak bu onun için artı bir zorluk demekti.
Önce dikkatlice kaldırımdan inmeye çalıştı ama kaldırımda rampa yoktu. Büyük hayal kırıklığına uğradı. Sanırım en iyisi birinden yardım almaktı, ama kimden? Kimse durup uğraşmazdı ki şimdi. Sonunda kızın haline acıyan bir teyze kızın kaldırımdan inmesine yardım etti. Kız bir engeli daha atlatmıştı ama düşünmeden de edemedi; ‘’Acaba bu teyze gibi biri o an olmasaydı hali ne olurdu?’’

  Sonunda okula vardı. Ama şimdi onu daha büyük bir engel bekliyordu. Okula kadar gelebiliyor ama bir türlü içeri giremiyordu. Çünkü okullarındaki rampa olabildiğine dikti. Oradan başka birinin yardımı olmadan mümkün değil çıkamıyordu.

  Her gün ona çıkmasında yardım eden o hizmetliyi bekledi. Bekledi ya ne çare hizmetli yarım saat geçti gelmedi. Sonuç olarak da derse geç kaldı. Hizmetli yaklaşık 45 dakika sonra kızın imdadına yetişti. Kız sonunda bir engeli daha aşmıştı. Derse geç kalınca öğretmeni kızmadı, zaten öğretmen de bu duruma alışmıştı. Kız çoğunlukla ilk dersin hemen hemen çoğunu kaçırırdı.

  Sonunda öğle arası geldi. Kızın bütün arkadaşları kantine giderken kız sınıfta bekledi. Çünkü kız zaten dar olan kantinlerine yoğunlukta, tekerlekli 
sandalyeyle girmeye çalışınca tam bir facia oluyordu. O da kantinin boşalmasını bekleyip en son yemek almaya gitti. Kalanlardan ne varsa birini seçti-aldı. Gerçi geriye pek seçenek kalmıyordu. Kız sonunda bir engeli daha tamamlamıştı.

  Tekerlekli sandalyeye bağlı biriyle de kimse arkadaş olmak istemiyordu. Zaten onun da pek fazla arkadaşı yoktu.
  Kız sonunda gününü tamamladı. Okuldan çıkması gerekiyordu. Herkes evine giderken kız onu gelip alması için babasını bekledi. Sonunda babası geldi.

  Babası kızını dik rampadan indirdi. Evin yolunu tuttular. Merdiven engelini de aşıp 3. Kata çıkan kız ve babası sonunda evlerine gelebilmişlerdi. Eve sonunda binbir zorlukla gelen kız zorlayıcı bir günü daha geçirmiş olmaktan oldukça yorgundu.

  Yemek yedi, uyudu, uyandı…
İşte kız için yeni bir gün daha başlıyordu.
Binbir zorlukla geçecek olan bir gün daha.
Onun için artık sabahları kahvaltı için ekmek alabilmek büyük bir lükstü.
Ve o kız bu lüksü bir daha tadamayacaktı.

                                                               
                                                                        -Yasemin KÖSEMEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Okulumuzun Tarihçesi

Bandırma Anadolu Öğretmen Lisesi İlçe Milli Eğitim Milli Eğitim Müdürlüğümüzün talebi, bölge milletvekillerimizin destek ve katkılarıyla, e...