Morfinli rüyaların gerisinde gerçekliğin kâbusu var. O kargaşa, o çığlıkların seni yendiği an hissettiğin acı. Ne zaman kendime gelsem ruhum o çığlıkları hapsetmek için ne kadar savaş verse de ben o çığlıkların esiri oluyorum.
Kazadan sonra kendime geleli 6 gün oldu. Odama giren hemşirelerin sürekli fısıldamaları ağır bir sis gibi beynimde asılı kalıyordu. Sisler tek tek anılara dönüştükçe kazayı hatırlamaya başladım. Müsabakadan ayrılırken ki sevinç çığlıklarımızın yakarışlara dönüştüğü anı da. Ben o servise binmek içi o kadar yalvarmasaydım belki de doktorlara bacağımı kurtarmaları için yalvarmak zorunda kalmayacaktım.
Kaç gündür yalvarmama rağmen göstermedikleri yüzümü görmeye artık hazırdım. Hemşire aynayı getirdiğinde yüzümde kazanın izleri vardı. O an keşke tek iz yüzümde kalsaydı diye geçti içimden. Belki o zaman koşmak için bir umudum olabilirdi. Bacağımı kestiklerini öğrendiğimde hayata nasıl devam edeceğimi düşünmeden edemedim. Ama ben hep güçlüydüm, öyle olmak zorundaydım. Kapıdaki fısıldaşmaları, annemin ağlamalarını, babamın araştırıp sorduğu her protezi ve doktorun tesellilerini sindirmeye çalışırken doktorum geldi. Aslında fizik tedaviye başlayalı 1-2 gün oluyordu. Şimdilik bacağımın kan dolaşımı ve renginin güzelliği doktoru mutlu etmeye yetmişti. Hâlbuki kestiği şey benim hayallerimdi. Her ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da gözümden yaşlar süzülmeye devam etti. Onları durduracak gücüm yoktu. Doktor tam öğleden sonra fizik tedavi uzmanının geleceğini söylerken Hazal’ı gördüm. Kaza gününden beri onu her gün görüyordum ama konuşacak cesareti bulamamıştım. Hazal kazada yan koltuğumda oturuyordu ama şans ona gülmüştü. Elinde baharın habercisi papatyalarla içeri girdi. Bir süre sadece gözlerimiz konuştu. Kelimeler ağzımızdan dökülmeye başladıkça içimde ona karşı bir öfkenin biriktiğini hissettim. Sanki bacağımın acısını ondan çıkarmak istiyordum. Şimdi o koşarak adım adım hayallerini gerçekleştirmeye devam edecekti. O sırada doktor içeri girdi. Önce bacağımı kontrol etti sonra da tedavime evde devam edeceğimin haberini verdi. Babam büyük bir mutlulukla çıkış işlemlerini yapmaya gittiğinde ilk kez ayağa kalktım. Sanki içimdeki tüm yaşama sevincini de bacağımla birlikte söküp almışlardı. İlk, dengemi sağlayamadım. Bacağım yokluğunu hemen hissettiremeye başlamıştı. Annem o manzara karşısında umutsuzca akan gözyaşımı görünce beni geri oturttu. Artık eve gitme zamanı gelmişti. Evden önce piste gitmek istedim. Kazayla birlikte tüm hayallerimi buraya gömmüştüm aslında. Sonra nefessiz kaldım, ayağa kalkmaya çalıştım ama olmadı. Kendimle verdiğim savaş beni içine çekti. Eve geldik. Her şeyi unutup o an sadece karanlıkta kaybolmak istedim. Biraz zaman sonra annemin ‘Masal’ diye seslenişini duydum. Ama ayağa kalkamadım. Odamın kapısı açıldığında doktor içeri girdi. Tedavi, yavaş yavaş amacına ulaşıyordu. Protez ölçülerim alındı. Bir süredir hayallerim şekil değiştirmişti. Eskiden koşu pistlerinde attığım deparları, her 100 metrede bir duyduğum o sevinç çığlıklarını hayal ederdim. Şimdiyse yeni bir bacak hayal ediyordum. Tekerlekli sandalyeye alıştığımdan beri geceleri piste umut toplamaya gidiyordum. Her gittiğimde kendime yeni amaçlar edinmiştim. Kendimi koşmadan bir hayata ve yalanlarıma alıştırmaya çalışıyordum, başaracaktım. Günler geçtikçe proteze olan adımlarımı saydım. O gün gelip çatınca büyük bir heyecanla doktorun ofisine gittim. Her yerde benim gibiler vardı. O günden beri ilk kez kendimi sahipsiz hissetmemiştim. İçeri girdiğimde büyük bir mutlulukla karşılandım. Yeni bacağımı yani hayallerimi gördüm. Artık hazırdım. Doktor protezi yerleştirdikten sonra bir süre kendime gelemedim. Sanki içimdeki karanlıkta bir anda yanıp sönen yıldızların parladığını hissettim, ilk adımımı attım. Aslında hayatım koşmaktan ibaretti ama az önce adımım için sevinmiştim. Eve gittim sanki her şey düzelmiş gibi devam ettim. Ama içimdeki yıldızlar asla yanmayı sürdürmüyordu.
Karanlık çökmeye başladıkça adım adım ilerledim. Piste doğru yol aldım. Önce yavaşça tüm pisti turladım. Canım yanıyordu, sanki her adımımda bir parçamı da geride bırakıyordum. Yavaş yavaş, koşmaya başladığım her adımımda düştüm. Koşamıyordum, devam ettim. Beni anca taşıyan bacaklarımla ne kadar yukarıya tırmanabilirsem tırmandım. Yeni hayallerimin bana umut olacağını sanmıştım ama başaramadım. Bir zamanlar pistte bana küçük fısıldamalarla nara attıran rüzgâr bu sefer beni savurdu. Dalgalar her kıyıya vuruşunda beni daha da içine çekti. İşte hayat bundan ibaretti: bir parça umut, bir damla gözyaşı
Berra Çokal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder